24 Temmuz 2008 PERŞEMBE | Resmî Gazete | Sayı : 26946 | YARGITAY KARARLARI | Yargıtay 7. Hukuk Dairesinden: Esas No : 2008/2179 Karar No : 2008/2150 Mahkemesi : İstanbul 6. Sulh Hukuk Mahkemesi Tarihi : 20.7.2006 Numarası : 2006/575-2006/843 Davacı : TC İstanbul Valiliği, İl Dernekler Müd. Davalı : Mesihpaşa Butikçiler Yardımlaşma Derneği YARGITAY İLAMI Taraflar arasındaki davanın yapılan yargılaması sonunda yerel mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması adalet bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay C. Başsavcılığı tarafından istenilmekle raportör üyenin açıklamaları dinlendi. Evrak okundu. Gereği görüşüldü: İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğünün 4.5.2006 tarihli 13021 sayılı yazılarıyla mahkemece Mesihpaşa Butikçiler Yardımlaşma Derneğinin 4721 sayılı T.M.K.nun 87. maddesi gereğince kendiliğinden dağılmış sayılmasına anılan mahkemece karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır. Dava T.M.K.nun 87. maddesi hükmü gereğince kendiliğinden sona erdiğinin tespiti davasıdır. Dosyanın incelemesinde İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğünün talep yazısı üzerine anılan mahkemece esasa kaydedilen davanın dosya üzerinden yapılan inceleme ile sonuçlandırıldığı görülmüştür. 5253 sayılı Dernekler Kanununun 18/1 maddesinde "bu kanunla ilgili olarak Hukuk Mahkemelerinde bakılacak davalarda basit yargılama usulü uygulanır." denilmektedir. Dernekler Kanununun 36. maddesinin son cümlesinde ise sözü edilen kanunda hüküm bulunmayan hallerde 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun hükümleri uygulanacağı öngörülmüştür. Sözü edilen yasal düzenlemeler gereğince Dernekler Kanunu ile ilgili hukuk davalarında duruşma yapılması ve yargılamanın basit usule göre gerçekleştirilmesi ve sonuçlandırılması gerekmektedir. Davanın dosya üzerinde inceleme yapılarak karara bağlanması konusunda mahkemeye takdir hakkı tanınmamıştır. Ayrıca HUMK 73. maddesine göre de istisnalar haricinde hâkimin her iki tarafı istima veyahut iddia ve müdafaalarını beyan etmeleri için kanuni şekillere tevfikan davet etmedikçe hükmünü veremeyeceği kabul edilmiştir. Hal böyle olunca Yargıtay C. Başsavcılığının HUMK'nun 427/6 maddesine dayalı kanun yararına bozma isteminin açıklanan sebeplerle kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Kararın onaylı bir örneğinin Adalet Bakanlığınca Resmî Gazete’de yayınlanmak üzere onaylı bir örneğinin de Yüksek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına, dava dosyasının yerel mahkemesine gönderilmek üzere Yüksek Yargıtay Başsavcılığına gönderilmesine 16.5.2008 gününde oybirliği ile karar verildi. ——• —— Yargıtay 10. Hukuk Dairesinden: Esas No : 2007/24779 Karar No : 2008/8902 Mahkemesi : Konya İş Mahkemesi Tarihi : 31.03.2005 No : 748-342 Davacı : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı Adına Av. Sevginur Çetmili Davalı : Ramazan Çetiner Adına Av. Recep Okur Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı tarafından, sigortalıya ödenen geçici işgöremezlik ödeneğinin % 25'ini oluşturan 127.916.666 TL (127,92 YTL)'nin, 506 sayılı Yasanın 111. maddesi uyarınca davalı sigortalıdan tahsili istemli davanın yargılaması sonucunda, davanın kabulü yönünde verilen kararın, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yasal sürede kanun yararına temyiz edilmesi üzerine dosya incelendikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 10.12.2007 tarihli yazısında, Konya İş Mahkemesi'nin temyiz edilmeksizin kesinleşen 31.03.2005 tarih, 2004/748 E., 2005/342 K. sayılı kararının, Anayasa'nın 141 ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388/3. maddesine uygun olarak gerekçeli yazılmadığı; ceza yargılaması sürecinde alınan bilirkişi raporunda sigortalıya atfedilen % 50 oranındaki kusurun, 506 sayılı Yasanın 111/son maddesi uyarınca sigortalının bağışlanmaz kusurlu kabul edilmesi için yeterli olmadığı yönü gözetilmeksizin hüküm kurulmuş olmasının usul ve yasaya aykırı bulunduğu belirtilerek, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427/6 maddesi uyarınca hükmün kanun yararına bozulması istenilmiştir. l – "Anayasamızın 141/3 maddesinde "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır" hükmü yer almaktadır. Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı ise 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388. maddesinde; "Karar aşağıdaki hususları kapsar: 1. Kararı veren mahkeme ile hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararın hangi sıfatla verildiği, 2. Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri, 3. İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep, 4. Hüküm sonucu ile varsa kanun yolları, 5. Kararın verildiği tarih ve hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin imzaları, Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir." Şeklinde ifade edilmiştir. Aynı kural HUMK.nun 389. maddesinde de "Verilen karar ile iki tarafa tahmil ve bahşedilen vazife ve haklar şüphe ve tereddüdü mucip olmayacak surette gayet sarih ve açık yazılmalıdır." ifadelerine yer verilerek tekrarlanmıştır. Açıklanan bu hükümler en başta yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir ve emredici hükümlerden olup "Kamu düzeni" amacı ile vaz'edilmişlerdir. Bu hükümlerle getirilen anılan biçim koşulları hükmün açıklığı ve anlaşılırlığı kadar infaz kabiliyetini de sağlamak amacını taşımaktadır. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Görülmektedir ki, uyuşmazlıkların çözümünde yargıya düşen en önemli görevlerden birisi de açık ve net çözümler bulmak, anlaşılabilir, tutarlı kararlarla kamu düzen ve barışının sağlanmasına hizmet etmek olmalıdır. Hükmün açık ve net olması gereği hüküm sonucu ile sınırlı olmayıp, iddiaların tek tek ele alındığı, cevaplandırıldığı, hukuka ve yasaya aykırı bulunma ya da bulunmama nedenlerinin açıklandığı, yasal dayanakların gösterildiği, anlamaya ve denetime elverişli gerekçenin varlığını da gerektirir. Zira taraflar ancak gerekçe sayesinde hükmün hangi maddi ve hukuki sebebe dayandırıldığını anlayabilecekleri gibi Yargıtay denetimi de ancak kararın gerekçe içermesi halinde mümkün olacaktır. İşte bu nedenledir ki, kararın gerekçesinde hangi maddi vakıanın hangi hukuki sebeple davacıyı haklı gösterdiğinin açıklanması halinde ancak, HUMK.nun 388. maddesine uygun bir kararın varlığından söz edilebilecektir. Gerek Anayasamız, gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ve yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerin nihai amacı da budur." (YHGK, 03.12.2003 t., 2003/4-776 E., 2003/720 K.) "Adil yargılanma hakkının içinde barındırdığı temel haklardan olan ve dayanağını insan onuru ile eşitlik ilkesinden alan, hukuki dinlenilme hakkının üç unsuru vardır. Bunlar, tarafların yargılama konusunda bilgilenme hakkı, yargılama ile ilgili açıklama ve ispat hakkı, bu açıklamaların mahkemece dikkate alınıp değerlendirilmesi yükümlülüğüdür. Gerekçe özellikle tarafların yargılamada dikkate alındığının, açıklama ve delillerinin değerlendirildiğinin bir göstergesidir... Kararın gerekçeli olması hukuk devletinin ve hukuki güvenlik ilkesinin de bir gereğidir. Zira, mahkemenin keyfilikten uzak şekilde, hukuka ve kanuna uygun karar verip vermediği ancak gerekçeden anlaşılabilir. Bu sebepledir ki, Anayasa'da kararların gerekçeli olması özel olarak vurgulanmıştır."(Muhammet Özekes, "Üst Derece Mahkemeleri Kararlarında Gerekçe", Türkiye'de İstinaf Mahkemelerinin Kurulmasından Sonra Yargıtay'ın Rolü Konferansı, Ankara 2007, s. 78-79) Konya İş Mahkemesi'nin 2004/748 E., 2005/342 K. sayılı kararı incelendiğinde, tarafların istem ve yanıtının özetine yer verildikten sonra, "Dosya incelenmiş, dava dilekçesine ekli belgeler ile tarafların ibraz ettikleri belgeler tetkik edilmiş olup delil olarak gösterilen Konya 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2000/626 esas 2001/701 Karar sayılı dosya celp ve tetkik edilmiş olup, yetki itirazı yönünden dosya tetkik edilmiş, meydana gelen kazanın Konya ili Çimento Fabrikasında geçtiği anlaşıldığından yetki itirazının reddine karar verilerek ceza mahkemesinde belirlenen kusur oranı usul ve yasaya uygun olduğundan ve mahkememizce de yeterli görüldüğünden davanın kabulüne karar vermek gerekmiş aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Açıklamasıyla yetinilerek hüküm kurulmuştur. Mahkemenin, yukarıda sıralanan hukuki olgular ışığında, hükme dayanak alınan kanıtlar ile bu kanıtların diğer kanıtlara oranla üstün tutulma gerekçelerinin irdelenip tartışılarak karar gerekçesinde açıklanması zorunluluğunu öngören yasal gereklere uymaksızın; ceza yargılamasında elde edilen rapora atıfla yetinen soyut bir yaklaşımla hükme varmış olması; 2 – 506 sayılı Yasanın 111. maddesi "Bağışlanmaz kusuru yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan veya hastalanan sigortalıya verilecek geçici iş göremezlik ödeneği veya sürekli iş göremezlik geliri, bu kusurun derecesine göre, Kurumca, yarısına kadar eksiltilebilir. Tehlikeli olduğu veya hastalığa sebep olacağı bilinen yahut yetkili kimseler tarafından verilen emirlere aykırı olan veyahut açıkça izne dayanmadığı gibi hiçbir gereği veya yararı bulunmayan bir işi elinde olarak sigortalının yapması veya yapılması gerekli bir hareketi savsaması kusurun bağışlanmazlığına esas tutulur." Hükmünü içermekte olup; Sosyal Sigortalar Kanununa özgü bir kavram olan "bağışlanmaz kusur", 506 sayılı Yasanın 111. maddesinin son fıkrasında tanımlanıp, içerik ve sınırları açıkça belirlenmiştir. Tanımlayıcı hüküm karşısında, anılan kavramın başka şekilde anlaşılıp, farklı alanlardaki yaklaşımlar uyarınca nitelendirilmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Sigortalının, iş kazası veya meslek hastalığının oluşmasında etkili bulunan davranışının "bağışlanmaz kusur" niteliğinde kabul edilebilmesi, 506 sayılı Yasanın 111. maddesinin son fıkrasındaki tanıma uygun olmasına bağlıdır. Genel anlamda sigortalının yüksek oranlı kusuru, mutlak olarak "bağışlanmaz kusur" kabulü için yeterli değildir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile iş kazasının gerçekleştiği iş kolunda geçerli kurallar yönünden, taraflarca sunulan tüm kanıtların irdelenmesi suretiyle, sosyal güvenlik hukukunun genel ilkeleri ışığında bir inceleme yapılmaksızın; ceza yargılaması sürecinde elde edilen ve sigortalı yönünden % 50 kusur oranı öngören bilirkişi raporundaki soyut tespitten hareketle, sigortalının bağışlanmaz kusurlu olarak kabulüyle hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı bulunduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemi kabul edilerek mahkeme kararının bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA; gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine 24.06.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi. |