03.10.2008 | Veysi Seviğ
Türk hukukunda fatura kullanımı doğrudan iki farklı şekilde hükme bağlanmıştır. Ancak Vergi Usul Yasası uyarınca faturanın düzenlenmesi ve kullanımı zorunlu olup, yine yasal düzenleme gereği belli şekil şartına uygun düzenlenmesi gerekmektedir.
Vergi Usul Yasası'nın 229'uncu maddesinde yer alan tanımlamaya göre fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır.
Diğer yandan aynı yasanın 232'nci maddesi uyarınca birinci ve ikinci sınıf tüccarlar, kazancı basit usulde tespit edilenlerle, defter tutmak zorunda olan çiftçiler;
* Birinci ve ikinci sınıf tüccarlara,
* Serbest meslek erbabına,
* Kazançları basit usulde tespit edilen tüccarlara,
* Defter tutmak zorunda olan çiftçilere,
* Vergiden muaf esnafa,
sattıkları emtia veya yaptıkları işler için fatura vermek ve bunlar da fatura istemek ve almakla yükümlüdürler.
Görüleceği üzere mevcut yasal düzenleme çerçevesinde yukarıda belirtilen faaliyet sahipleri faturayı istemek ve almak zorundadırlar. Bu bağlamda da söz konusu yasanın 353'üncü maddesi uyarınca fatura almayanlara özel usulsüzlük cezasının kesilmesi öngörülmüştür.
Fatura gerçekte bir başka açıdan menkul malın kime ait olduğunu göstermektedir. Bu açıdan da kanıtlayıcı bir belge özelliğini haizdir.
Türk Ticaret Yasası ise faturayı Vergi Usul Yasası'ndan farklı bir şekilde tanımlamıştır. Bu tanımlamaya göre de "Ticari işletmesi icabı bir mal satmış veya imal etmiş veyahut bir iş görmüş yahut bir menfaat temin etmiş olan tacirden, diğer taraf kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir."
Türk Ticaret Yasası gereği faturanın düzenlenmesi zorunluluğu yoktur. Bu bağlamda da faturanın düzenlenmesi mal satın almış veya hizmetten yararlanmış olanın istemine bağlıdır.
Türk Ticaret Yasası'nın uygulanması açısından "bir faturayı alan kimse, aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde" faturanın içeriği hakkında bir itirazda bulunmamışsa bu takdirde faturanın içeriğini kabul etmiş sayılmaktadır.
Faturalar, içerdikleri malların teslim edildiğinin kanıtı değildir. Bu nedenle fatura içeriğini oluşturan malların teslim edildiği hususunun ayrıca kanıtlanması gerekmektedir.
Vergi uygulamaları açısından düzenlenen faturanın "gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte, bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı bir şekilde" yansıtması halinde bu faturanın içeriği itibariyle yanıltıcı belge olduğu hususu hükme bağlanmış olup bu gibi hallerde, yine yasal düzenleme gereği yanıltıcı belge düzenleyenlerle bu belgeleri kullananlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunabilmektedir.
Diğer yandan yine yasal düzenleme gereği olarak faturanın kısmen veya tamamen sahte olarak düzenlenmesi halinde hem bu belgeleri düzenleyenler ve hem de söz konusu belgeleri kullananlar hakkında üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası uygulanmaktadır.
Dolayısıyla fatura içeriğinin gerçeğe uygun olması zorunludur. Bu durum hukuki bir zorunluluktur. Bir başka açıdan özellikle mal satanlar veya hizmet sunanlar yapmış oldukları işleri veya satmış oldukları malları miktar ve fiyatları ile tam olarak düzenledikleri fatura üzerine yansıtmak zorundadırlar. Aksi takdirde işlenen suçun vergi hukukundaki tanımı "kaçakçılık"tır. (Vergi Usul Yasası Madde: 359)
Söz konusu suçların yargılanma mahalleri yanıltıcı belge düzenlenmesi ve kullanılması hallerinde asliye ceza mahkemeleri, sahte belge düzenlenmesi ve kullanılması hallerinde ise ağır ceza mahkemeleridir.
Vergi Usul Yasası'nın uygulanmasına yönelik olarak yayımlanan 306 sıra numaralı genel tebliğinde yer alan açıklamaya göre "Sahte veya yanıltıcı belge düzenlenmesi, kastın karinesi olup bunun ayrıca değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır." Ancak, gerçekte yapılan bir mal veya hizmet alımı karşılığında mal ve hizmet sağlayan tarafından kendi belgesi yerine bir başka mükellefin belgesi verilebilmektedir. Bu gibi durumlarda iş veya hizmetin mahiyetine göre belgeyi alan tarafın bu belgeyi mal veya hizmetin sağlandığı mükellefe ait olup olmadığını bilemediği durumlar söz konusu olabilmektedir. Bu gibi durumlarda sahte belgeyi kullanmış olan mükellefin, bu belgenin satın aldığı mal veya hizmeti sağlayana ait olup olmadığını bilmesi önem taşıyacaktır. Şayet kullanıcının belgenin sahte olduğunu bilmesi gerekiyorsa, bir başka deyimle, kasıt mevcutsa, sahte belge kullanımı söz konusu olacaktır. Ancak, aksi takdirde ise suçun manevi unsuru oluşmadığından durum Vergi Usul Yasası'nın 359'uncu maddesi kapsamında değerlendirilmeyecektir.
Kanımızca kasıt unsurunun varlığına karar verecek organ yargı mercileridir.
Kaynak : Referans Gazetesi